Atlı Cirit

Atlı Cirit

03.11.2020 292

Bozkır kültüründe önemli bir yere sahip olan at, Türk toplumlarının hızla büyümesinde daima ön plandaki unsurlardan olmuştur. Savaşçı bir yapıya sahip Türk halkları henüz çocuk yaşlarda ve koyun sırtında biniciliği deniyor, atıcılık öğreniyorlardı.  Bu bağlamda savaşçı bir yapıya sahip olan ve bozkır yaşamının zor şartlarıyla mücadele eden Türk toplumlarında sporun ileri düzeyde gelişmiş olması olağan bir durumdur. Zira ata binmek, ok ve cirit atmak herkesin doğal uğraşlarındandı ve atlı cirit oyunları da bu sayede mücadele azmini keskinleştirirdi. Tüm spor hareketleri savaş hazırlığı niteliği taşırdı.  Nisan ve Mayıs aylarında ilk gök gürlemesi ile başlayan sazlı, türkülü, eğlenceli bahar bayramlarında at yarışları ve çeşitli müsabakalar düzenlenirdi.

Türkler sporla iç içe yaşadıkları İslamiyet öncesi dönemin ardından İslamiyet'i kabul etmeleriyle beraber İslam da spora önem verdiği için faaliyetlerini devam ettirmişlerdir.  Toplu yaşadıkları her köy ve kasabada düz ya da çimenlik bir bölgeyi, güreş ve cirit alanı olarak korumuşlardır.

Selçuklu Dönemi'nde çeviklik ve beceri isteyen Atlı Cirit sporu önemli bir yer tutmaktaydı.  Atlı Cirit, savaş eğitiminin yanı sıra bir çeşit eğlence aracıydı. Yapılan spor gösterilerine sultan ve ailesi de katılırdı. Türkiye Selçukluların da şehzadeler ilmiyle ünlü lalaların yanı sıra spordaki becerileriyle de ün yapmış lalalar tarafında eğitilirlerdi.

Osmanlı Dönemi'nde zirveye çıkan Atlı Cirit sporu, yakalayıp bağışlama, rakibine kin tutmama gibi özelliklerinden ötürü sporcuya nefsine hâkim olmayı öğretmekte ve bu sayede büyük yeteneklere sahip savaşçılar yetiştirmekteydi.  Saray'da özellikle itibar görmesinin bir diğer nedeni de Enderun'da görevlendirilen ve hizmet ederken aynı zamanda da daha önemli görevler için yetiştirilen iç oğlanlarının askeri eğitimlerinin bir parçası olmasıdır.

Osmanlı Sarayı'nda cündiler "Lahanacılar" ve "Bamyacılar" olmak üzere iki alaya ayrılırdı. Alayların oluşturulması,  takımlaşma ve sporun profesyonelleşmesi açısından önemli bir özellikti. "Lahanacı" ve "Bamyacı" isimlerinin ortaya çıkışına dair bir çok kaynak, Ankara Savaşı sonrası Çelebi Mehmet ve oğlu Murad'ın süvarilerini talime aldıklarına dikkat çeker. İki rakip haline gelen süvarilere Amasya'nın bamyası, Merzifon'un da lahanası meşhur olduğundan Çelebi Mehmed'in takımına "Bamyacılar", oğlu Murad'ın takımına ise "Lahanacılar" denilmiştir.

Padişahın her daim yakınında olan Silahtar Ağa cirit oyunlarını organize etmekle görevliydi. Padişahın cirit oyununu seyretmek isteyeceği düşünülerek cirit maçından bir gün önce Cündibaşına haber verilirdi. Cündibaşı da Lahanacı ve Bamyacı alay başlarına haber verir, hazır olmalarını sağlardı. Lahanacılar, kırmızı kadifeden şalvar ve yeşil mintan giyerek yeşil bayrak taşımakta, Bamyacılar ise kırmızı kadife şalvar ve mavi mintan giyerek kırmızı bayrak taşımaktaydı.  Osmanlı padişahlarından II.Mahmut'un Bamyacılar'ı, III.Selim'in ise Lahanacıları tuttukları bilinmektedir. Hatta III.Selim'in İlhami mahlasıyla yazılmış "Benim Güzel Lahanam" adlı bir şiiri de bulunmaktadır. Saraydaki cirit meydanında bu iki takımı simgeleyen, birinin tepesinde bir bamya, diğerlerinin tepesinde ise bir lahana heykeli bulunan iki mermer sütun hala durmakta ve bizlere atalarımızın spor sevgisini hatırlatmaktadır.

Cumhuriyet sonrası ilk ihtisas kulübü 1957'de Erzurum'da kurulmuş daha sonraları Erzincan, Bayburt, Ankara, Uşak, Manisa ve Malatya'da da kulüpler kurularak bütün Anadolu'da Atlı Cirit profesyonel bir şekilde icra edilmeye başlanmıştır. Ayrıca yurtdışında İran, Afganistan ve Türkistan'da halen canlılığını sürdürmektedir.